Dijital Fotoğrafçılık: Sayısal Teknoloji ve Gelişim
Bölüm 8
Sayısal (Dijital Fotoğrafçılık)
Günümüzde önemli bir belge ve sanat formu hâline gelen fotoğraf analog fotoğrafçılık sonrası teknolojinin ilerlemesiyle birlikte çok büyük bir değişime imza atmıştır. Bu değişimi oluşturan en büyük faktör, fotoğraf makinesi ve film ayrılığının makine içerisinde bütünleştiğini, sabitlendiğini görüyoruz. Bu teknolojik gelişimle birlikte makineler içerisine film yerine, görüntü algılayıcı (sensör) dediğimiz ışığa duyarlılık gösteren ve optik olarak algılanan görüntüyü elektronik sinyallere dönüşümünü sağlayan parçalar yerleştirilmiştir. Filmin yerini alan algılayıcının makine ile bütünleşmesi, sayısal bir yazılımla desteklenmesi ve görüntünün sayısal kaydının yapıldığı bu yeni nesil makinelere Sayısal fotoğraf makinesi diyoruz. Bu makineleri kullanması analog makinelere kıyasla çok daha kolay olduğu söylenebilir. Tamamen bir bilgisayar gibi çalışır. Sonuç olarak yeni nesil sayısal fotoğraf makineleri, filmsiz/banyosuz fotoğraflarla kullanıcıyla buluşmuş, kucaklaşmış ve adına sayısal fotoğrafçılık diyeceğiniz heyecanlı bir devrin açılmasına neden olmuştur.
150 yıl boyunca kimyasal fotoğrafın gerçekliğin temsil edilmesinde önemli bir yeri olduğu biliniyor. Bugün fotoğraf makineleri sayısal teknolojiler sayesinde filmsiz, banyosuz fotoğraflar üretebilir hale gelmiştir. Teknolojik devrim ve internetin bulunuşu, yaygınlaşması beraberinde yeni bir dünya düzeni getirdi. Sayısal teknolojilerin medya, iletişim ve telekomünikasyon alanlarına kattığı yenilikler bu alanlarda köklü değişimleri de beraberinde insanlığa sunmuştur. “Sayısal Çağ” olarak da nitelendirilen ve özellikle 1990’lı yıllardan günümüze değin geçen dönemde, bilgisayar teknolojisinin hemen her alanda kullanılmaya başlanılmasıyla birlikte, dijital teknolojinin olanaklarından ve getirdiği yeniliklerden olumlu yada olumsuz olarak en çok etkilenen alanlardan biri de fotoğraf olmuştur. 20. yüzyıl çok yeni teknolojik oluşumların ortaya çıkmasıyla tamamlandı. Bu elektronik dünyanın bütün algı, muhakeme ve zihin yapımızı kökten değiştirecek bazı yenilikler geliştirmesiyle ilgiliydi. Nasıl 20. yüzyıl mekanikleri modernizmin temellerini meydana getiriyorduysa, 20. yüzyılın sonunda başlayan ve gelişmesini hala heyecanla izlediğimiz 1980 sonrası mekanikler de aynı şekilde postmodern dünyanın temellerini atıyordu. Bu sürecin bugün henüz başlangıç evresinde olduğumuzu ve gitgide daha şaşırtıcı oluşumların bizi beklediğini rahatlıkla söylemek mümkündür.
Sayısal ve internet teknolojilerinin insanlığı getirdiği noktaya ironiyle bakılacak olursa iki tür dünyada yaşıyorsunuz. Birincisi, elmayı dalından koparttığınız, ısırdığınız ve dokunabildiğiniz yani içinde bulunduğunuz gerçek dünya; ikincisi ise, her geçen gün etkisini artıran, bilgisayarla, tabletle, akıllı telefonlarla vaktinizin büyük bölümünü geçirdiğiniz, caddede, kafede, toplu taşıma araçlarında, istasyonlarda insanların iletişim kurduğu, alışveriş yaptığı, geçimini sağladığı sanal dünya.
Bu iki dünya arasında yani “gerçek dünyadan sanal dünyaya geçişi görsel olarak sağlayabilen tek şeyin FOTOĞRAF ve HAREKETLİ GÖRÜNTÜ” olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekliği sanala taşıyan fotoğraf, sosyolojik, toplumsal ve kültürel anlamda yeni bir dil, yeni bir gerçeklik dayatmaktadır; bu dile “Görselin Dili” diyebiliriz. Konuyu fotoğrafladığınız andan itibaren, sensöre düşen görüntü bir-sıfırbir (1.0.1) diline çevriliyor, yani sanal dünyanın dili olan sayısal dile çevriliyor ve gerçeklik orada sanal bir gerçekliğe ulaşmış oluyor
Buradan baktığımızda, son dönemlerde fotoğraf sanal dünyanın içinde inanılmaz bir yer bulduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenlerden bir tanesi yaşamın hızı ve yoğunluğunda olan insanlar artık uzun metinleri, yazıları okuyamıyorlar. Yapılan araştırmalarda ekranlardan okunan uzun metinlerden sonra, yazılar kamaşmaya başlıyor ve insan gözü fizyolojik olarak zorlanıyor. Özellikle tablet ve mobil cihazlarda yazı puntolarının küçüklüğü ve ortam ışığının sabitlenememesinden ötürü metin okuma olanaklarımız kısıtlanıyor. İkincisi ise sanal dünyada tüm dünyayla iletişim kurabilmek için İngilizce, Fransızca, Türkçe ya da Çince gibi en az bir yabancı dil veya diller bilmek gerekiyor; bu dillerin hepsini öğrenmemiz mümkün değildir. Tüm dünya görmeye başlamıştır ki iletişimin en temel ve etkili olan yeni dili “görselin dili” hâline gelmiştir. İnsanlar artık söyleyeceklerini metinle değil, fotoğrafla söylemeye başlamışlardır. Sosyal medyada kullanıcıya sunulan fotoğraf yazılımları da inanılmaz değer bulduğu çok açıktır. Fotoğrafın bir dil kazanması ve bu dilin iyi öğrenilmesi gerekliliği üzerinde ısrarla durulmalıdır. Mobil cihazlara, tabletlere, gözlüklere ve hatta uçabilen cihazlara küçükte olsa fotoğraf makinesi eklemlenmesinin en büyük nedeni, fotoğraf diliyle yazmak ve konuşmak isteyen insanların isteklerinin giderilmesi olarak görülebilir. Fotoğraf teknoloji ve yazılımlarını yakından takip edenler, kurallarını, dilini daha iyi konuşanlar sanal dünyada kendilerini daha iyi ifade etmeye başlamışlardır. Sonuç olarak, sayısal teknolojiyle yeni bir yola evrilen fotoğraf, sanal dünyanın olmazsa olmaz bir de gereksinimi haline gelmiştir. Sayısal teknoloji ve ifadesini bulduğu sanal dünyada insanların fotoğraf okuryazarı olması kaçınılmaz bir gerçektir.
Sayısal teknolojinin farklı kulvarlarda da fotoğrafa büyük avantajlar getirdiğini söyleyebiliriz. Bunlarda en önemlilerinden bir tanesi çekilen görüntüyü fotoğraf makinesi arkasındaki ekrandan aninden test etme olasılığının olmasıdır. Aynı zamanda hafıza kartlarına çoklu fotoğraf kaydedip depolama ve sanal dünyaya aktarma çözümleri ise bu teknolojinin artılarından bir tanesidir. Sonrasında çekilen fotoğrafların bilgisayara kaydederek ve bir ekran yardımıyla yazılımlarda işlenme şansının olması ve bütün işlemlerin hızlı ve analog fotoğrafla kıyaslanmayacak çabuklukta yapılabilmesinin fotoğrafçılar için çok büyük şans olduğu söylenebilir. Analog fotoğrafçılık ve karanlık oda süreçlerinin maliyeti göz önüne alındığında sayısal devrimin getirileri, fotoğraf üretiminin artmasını ve yaygınlaşmasını da sağlamıştır. Belki de en önemli katkılardan bir tanesi olarak sağlığa zararlı kimyasallardan fotoğrafçıyı uzaklaştırmasını da gösterebiliriz. Sonrasında film ve kart baskı sonucu elde edilen fotoğrafların ömrü ve saklama koşulları karşısında sayısal fotoğrafçılık çok daha avantajlı bir konumdadır. Özellikle Disket, CD, DVD gibi teknolojilerin bile eskimeye başlaması ve sayısal depolamanın sanal dünya üzerinde yapılabilmesi, bulut çözümleri gibi faktörler, fotoğraflara dünyanın her yerinden ulaşabilme şansı da sağlamaktadır.
Bütün bu gelişmeler yanında sayısal teknolojinin getirmiş olduğu mali ve zamansal olumsuzluklarda söz konusudur. Fotoğraf makine teknolojilerinin hızla değişmesi, makinelerin üzerine eklemlenen parçaların, lenslerin özelliklerinin her geçen gün güncellenmesi, yazılım, görüntü boyutu ve formatlarının değişmesi, çekilen yüzlerce fotoğraf içinden fotoğraf seçme ve yazılımla işleme sürelerinin uzaması olarak gösterilebilir.
Görselliğin 20. yüzyılda bu derece büyük bir hızla gelişmesinin altında yatan en önemli nedenlerden biri 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında fotoğrafın teknik bir imkan olarak bulunmasıydı. Fotoğrafın ortaya çıkmasıyla birlikte insanın sadece görsel bilinci gelişmekle, hatta dönüşmekle kalmadı. Fotoğraf insanın iletişim olanaklarını zenginleştirdi. İnsanın dünyayı, olayları ve hatta kendisini başka bir gözle görmesine de olanak sağladı. Sonuç olarak fotoğraf sayısal teknolojinin, iletişimin bir gereği hâline dönüştü.
Sayısal fotoğrafçılığın ortaya çıkışı ve bir teknoloji olarak ilanı 1970’li yıllara rastlamaktadır. Tam olarak 1973-1975 yılları arasında Kodak firmasının araştırma geliştirme mühendislerinden olan Steven Sasson fotoğrafta analogdan, sayısala geçişin ilk prototipi olan fotoğraf makinesini icat etmiştir. Sasson, bu fotoğraf makinesiyle ilk siyahbeyaz fotoğrafı, yaklaşık 23 saniyede oluşturarak bir kasete kaydetmiş ve bu kayıt 0,01 mega piksel olarak tarihe geçmiştir. Fotoğrafları CCD ile tespit eden cihaz, 100×100 çözünürlüğünde siyah/beyaz görüntüler kaydedebiliyordu.
Bu buluşçu mühendisin icat ettiği ilk sayısal fotoğraf makinesi, bir film makinesi üzerinden alınan objektif, bir teyp kayıt cihazı, nikel piller, sayısal bir çevirici ve bir birine eklemlenmiş birkaç devre plakasından oluşmaktaydı.
Sasson’un bir kasete kaydettiği görsel verileri bir sonraki aşama olarak bir veri okuyucu sayesinde televizyona aktarıldı. Bu sayede ilk kez sayısal fotoğraf makinesi prototipiyle tespit edilen görüntü yine sayısal bir ortamda izlenebildi. Kodak’ın yürüttüğü bu faaliyetlere diğer firma ve markalar da kayıtsız kalamazdı.
1981 Yılında ise yüzyılımızın önemli devlerinden biri olacak Sony markası, ilk sayısal fotoğraf makinesini piyasaya sürdü. Bu sayısal fotoğraf makinesi Mavica-Magnetic Video Camera adıyla anılıyordu. Bu fotoğraf makinesi kaydedilmiş görüntüleri manyetik güçler biçiminde 5 cm. çapında disklere yükleyebiliyordu. Mavicaların ilk örnekleri SLR şeklinde ve tak/değiştir lenslere sahipti. Makine, görüntüyü 570×490 çözünürlüğündeki NTSC sinyaline çeviriyor ve bunları Mavipacks ismi verilen manyetik disketlere kaydediyordu. Mavica serisi çok kısa sürede değişim ve dönüşüm yaşayarak daha kullanışlı ve günlük kullanıcıya yönelik çeşitlerini de piyasaya sürmüştür.
Bilgisayar teknolojilerinde yaşanan her türlü yenilik paralelinde sayısal fotoğraf makinelerinin gelişimini de yakından ilgilendiriyordu. Özellikle kayıt teknolojilerinde bir verinin yüklenebileceği kapasitede ve aktarım biçiminde yaşanılan yenilikler fotoğraf makinelerinin biçimsel/hacimsel seyrini de yakından etkiliyordu.
Sonrasında günümüze doğru yaklaşıldığında ilk depolanabilir prototipler olan Flopy Diskli kameralar ortaya çıktı. Böylelikle görüntülerin, hafıza ölçülerine göre disket, cd ve dvd kaydı yapılabiliyordu.
Sonrasında günümüze doğru yaklaşıldığında ilk depolanabilir prototipler olan Flopy Diskli kameralar ortaya çıktı. Böylelikle görüntülerin, hafıza ölçülerine göre disket, cd ve dvd kaydı yapılabiliyordu.
Analog dönemi filmleriyle tanınan Fujix markası, 1988 yılında dünyanın kullanıcılara yönelik ilk sayısal kamerasını üretti. 400 kilopiksel CCD sensörü bulunan kamera, görüntü dosyalarını takılabilir/çıkartılabilir hafıza kartlarında depolayabiliyordu Resim 8.6. Görüntünün tespitinden saklamaya ve bilgisayar üzerine aktarmaya ve kullanmaya, tüm işlemler sayısal ortamda çözümlenebiliyordu. Ancak sadece Japonya genelinde piyasaya sürülen kameranın raf ömrü oldukça kısa sürmüştür. Aynı yıllarda Fuji Fujix DS-1P, Fuji o zamanlar genel piyasaya girmemesine rağmen önemli bir teknoloji olan; çıkarılabilir ilk Statik RAM bellek olan SRAM’leri Toshiba piyasaya sürdü. Bu yıllarda önemli bir gelişme de Pixar firması tarafından geldi, ilk görüntü işleme yazılımı 1985 yılında geliştirilmeye başlandı.
1991’de ticari kullanıma açılan ilk fotoğraf makinelerinden biri Kodak firmasının ürettiği DSC100’dür. DSLR formatında 1.3 megapixel bir çözünürlüğe sahip olan makinenin satış fiyatı 30.000 dolar gibi oldukça yüksek bir rakamdı.
1995 yılında ise Casio QV/10 ile arkasında bütünleşik LCD ekran olan ilk kamera kullanıcılara tanıtıldı. Bir yıl sonra Kodak DC/25 ile üzerinde ilk çıkarılabilir/takılabilir hafıza kartı (CF-Compakt Flash) kullanılan cihazı piyasaya sürdü. Daha sonraları sayısal makinelerin gelişimi hızla sürdü ve sırasıyla; Nikon D1, D2, D3 x-h serileri, Minolta Rd-3000, Fujifilm FinePix S1, Canon EOS 1D ve 5D Mark II, gibi seriler peş peşe gelmeye başladılar. Bu serilerde çözünürlük, işlemci hızı, sensör ve pil ömrü gibi önemli özellikler hızla geliştirildi. Çok kısa sürede film çözünürlüğünün üzerine çıkan bu makineler artık analog günlerinin ötesinde kendi içerisindeki teknolojiyle yarışır duruma geldi.
Gelişen sayısal fotoğraf teknolojisi ve ARGE faaliyetleri, son 5 yıl içerisinde inanılmaz bir gelişmeye imza attılar; Aynasız Fotoğraf Makineleri. Fotoğraf makineleri içerisinde bulunan ve bakaçtan nesneleri görmemize yarayan 45 derece açıya sahip ayna sisteminin makine içerisinden kaldırılmış hâlidir. Bu gelişme ile fotoğraf makineleri küçülerek hafiflemiştir. Olympus, Fujifilm, Samsung, Sony, Canon ve Nikon çok kısa sürede bu teknolojiye uyum sağlayarak yeni nesil aynasız makineler üretmeye başladılar.
Sonuç olarak; kendi teknolojisiyle yarışan sayısal fotoğraf makinelerinin nereye evrileceğini belki bilemeyiz ama çok açık ki makineler, yüksek görüntü kaliteleriyle havada, suda, cebimizde, çantamızda ve her yerde bizimle birlikte yaşamımızın önemli bir parçası olmaya devam ediyor.
Sayısal Fotoğraf Makineleri
Fotoğraf makineleri daha öncede söylediğimiz gibi kayıt özelliklerine göre ikiye ayrılıyor. Sayısal kayıt sistemlerine göre makineleri objektiften gelen görüntüyü dijital formatta oluşturan bir teknoloji kullanmaktadır. Bu makineleri kullanması analog makinelere kıyasla kolaydır. Analog makinelere göre en önemli avantajlarından biri kullanıcının fotoğrafı hemen gözden geçirmesine izin verilmesidir. Dijital fotoğraf makinelerince çekilen fotoğrafları elektronik olarak bilgisayarınıza kaydedebilir, veya çeşitli yazılımlarla manipüle edebilirsiniz. Dijital kamera en temel düzeyde, bir görüntüyü taramaktadır. Taradığı görüntüleri çıkarılabilir depolama alanında örneğin SD kartlar veya CF kartlarda dijital olarak saklar. Diğer bir tanımla dijital fotoğraf makineleri izlemek için yerleşik bir monitöre sahip olan ve görüntüyü bir bilgisayara aktarabilen objektife sahip bir bilgisayardır. Sayısal fotoğraf makinelerini üretim biçimlerine göre sınıflandırırsak karşımıza ortalama 6 sınıf çıkacaktır:
• Basit kompakt sayısal makineler,
• Kompakt sayısal makineler,
• DSLR-like kompakt makineler,
• DSLR ve full-frame makineler,
• Sayısal arkalıklı makineler,
• DSLR aynasız fotoğraf makineleri.
Basit Kompakt Sayısal Makineler
Dijital devrim ile fotoğraf pek çok kişinin hayatına girdi. Makineler satın alındı. Daha iyi optikler satın alındı. Fotoğraf endüstrisi hızla büyürken kimi firmalar bu hıza yetişemedi. Ama fotoğraf üreten çoğu kimse makineleri sorguladığı kadar fotoğraf kültürünü sorgulamadılar. Teknolojik bilgi doygunu ama fotoğraf kültürü konusunda yetersiz bir toplum ortaya çıkmıştır.
1997 yılında Philippe Kahn iletişim teknolojileri ile fotoğraf teknolojisi bir araya getirmiş, ilk fotoğraf makineli cep telefonunu hayata geçirmiştir. 2007 yılında ise iPhone serisi ile birlikte iyi bir pazarlama ile iPhoneography akımı, mobil fotoğraf kavramı hızla yayılmaya başladığı bilinir.
Akıllı telefonların gelişimi sürecine eş zamanlı olarak birde mobil internet teknolojilerine, hızlarına bakmak gerekiyor. GPRS, EDGE, Wi-Fi, 3G süreciyle internete erişim kolaylaşıyor, hızlanıyor ve ucuzluyor. Böylece bu dağıtım kanalı ile fiziksel ışık bilgisi, cep telefonu üzerinde bulunan sensör aracılığıyla dijital bir veriye çevrilerek hızla paylaşılabiliyor.
Sabit açılı objektiflere sahip olan bu sınıfta diyafram bulunmamaktadır. En iyi bildiğimiz temsilcileri cep telefonlarımızdır. Bir çok konuda işlevsel olan bu cihazlara sayısal teknolojiye geçişle fotoğraf makinesi özelliği eklenmesi kaçınılmazdı. Bu teknoloji ilerledikçe cep telefonu üzerindeki kamera sayısı iki ye çıkarılarak özellikleri geliştirilmiştir. Bu özelliklerden, derinlik sensörü sayesinde bir nevi alan derinliği varyasyonu yakalanabilir yani ön plan net arka plan flu şeklinde fotoğraflanabilir.
Çift kamera teknolojisinin getirdiği bir diğer özellik de sensörleri, mercekleri ve odaklama sistemleri aynı olan kameralardan birinde RGB renk filtresinin bulunmamasıdır. Böylelikle ikinci kamera renkleri çözümleyemez ve algılayamaz. Bu özelik ışık açılarına zengin bir değer katar. Bu özellikle siyah, beyaz ve orta tonlar oldukça keyifli fotoğraflar ortaya koyar. Ancak bu teknoloji sadece Huawei P9 da kullanıldı, sonrasında pek de tercih edilmemiştir. Daha sonraları LG gibi üreticiler ikinci kamerada 12mm odaklı geniş açı kamera kullandılar. Bu kamerada güncel kullanımlarda pek ilgi görmedi. Akıllı telefonlarda pazarlama stratejisi olarak konulan sayısal zoom’lar görüntü kalitenin düşüklüğü nedeniyle pek iyi sonuç vermediler. Daha sonraları telefoto özelliği olan iPhone kameralar aktif üretime sunuldu bu kameralardan biri diğerine nazaran 2x optik zoom yapabiliyor olduğundan görüntüye daha fazla yaklaşma imkânına sahiptir.
İpucu: Derinlik sensörü nedir?
Fotoğraf makinesinde, çift kameranın en temel ve en önemli özelliklerinden biri derinlik efektidir. Birinci kamera, nesneyi algılar, ikinci kamera da derinlik efekti vererek nesneyi arka planda tanımlar. İkinci kamera, çekilmek istenen önündeki nesnelerin birbirine olan uzaklıklarını tanımlar. Bu bilgiyi daha sonra ön planda olan nesneyi arka planda ayırmak için kullanır. Sonrasında kamerası sistemi arka plan bulanıklaştırır. Böylece fotoğrafa sanal derinlik kazandırılır. Kısaca özetlemek gerekirse asıl çekmek istediğiniz nesne önde net bir şekilde görünecek, arka plan ise bulanık bir şekilde kalacak. Ancak bu yöntemin bazen işe yaramadığı yerler de vardır. Yani ikinci kamera, siz istemediğiniz halde arka planı bulanıklaştırıp istemediğiniz görüntüleri çekmenize neden olabiliyor.
Sonuç olarak basit kompakt makine teknolojisi küçük sensöre rağmen çözünürlük ve kalite anlamında oldukça iyi fotoğraflar sunan makinelerdir. Özellikle sosyal medya kullanıcıları için vazgeçilmez imkânlar sunar.
Kompakt Sayısal Makineler
Fotoğrafa ilgi duyan ancak yeteri kadar teknik bilgisi olmayanlar için üretilmiş pratik kullanımlı makinelerdir. Objektif ve gövde bütünleşiktir. Genellikle gövde arkasında LCD bir ekran bulunur ve bakaç görevi görür. Ancak 3x-5x-10x gibi optik zoom yapabilecek şekilde üretilmiştir. Malzeme ve gövde yapısı DSLR makinelere göre kalitesi daha düşük malzemeden yapılmıştır. Üretim maliyetini düşürmek için küçük sensör kullanılmış ve otomatik çekimler için programlanmıştır.
DSLR-Like Kompakt Makineler
Kompaktlardan daha gelişmiş ve iri gövdeleri mevcuttur. Elektronik vizörlü (bakaçlı) EVF makineler olarak da anılırlar. LCD ekranları genellikle hareketli ve dönebilir özelliklere sahiptir. Objektifleri optik olarak 10x-16x gibi zoom değerlere çıkabilir. Gövde üzerinde aynı DSLR gibi manuel ayarların yapılabildiği seçenekler mevcuttur. Lensi ve gövdesi birbirinden ayrı iki özellik gösterirken, rahatlıkla P/A/S/M modlarında çekim yapılabilir. Bu makinelerde de genellikle maliyet gözetilerek küçük sensör kullanılmıştır. Diyafram değeri kaliteli lenslerin oldukça gerisindedir. Bir çoğunda video çekim özelliği olması, hafifliği ve taşıma pratikliği nedeniyle amatör kullanıcılar tarafından çokça tercih edilir. Özellikle fotoğrafa başlangıç makinesi olarak görülür. Fujifilm X-S1 modeli bu türün örneklerindendir.
DSLR ve Full-Frame Makineler
SLR makinelerden farkı filmin yerini sensörün almasıdır. DSLR “Digital Single Lens Reflex” kelimelerinin kısaltılmış hâlidir ve en yaygın olarak bu hâliyle kullanılır. Profesyonel amaçlı üretilen bu makinelerde güncel bütün çekim modları mevcuttur. Sensörleri büyük ve LCD ekrandan genellikle konuyu takip etme şansınız yoktur. Ancak üst düzey kullanıcıya hitap eden bu makinelerin bir kısmında hareketli ekran, konuyu takip gibi özellikler vardır.
Büyük sensör nedeniyle görüntülerde daha yüksek ISO değerlerine çıkmak mümkündür. Bu nedenle fotoğrafta kumlanma ve ya noise dediğimiz küçük gürültüler daha az görülür. Diğer makinelere nazaran daha ağır ve ergonomik kullanıma uygun olarak tasarlanmıştır. Gövde (body) olarak kullanılan ana parçada magnezyum veya sert plastik kullanılmıştır. Ağırlığı nedeniyle eldeki titremeyi minimize ederek daha net ve keskin görüntü elde etmemizi sağlar.
Film boyutu olarak 35’lik sensör boyutunda olan sayısal makineleri FULL FRAME DSLR (tam çerçeve) olarak adlandırırız. Bu makinelerin sensör boyutu 36x24 mm ölçülerindedir ve odak çarpanı 1’dir. Diğer DSLR modelleri Full Frame DSLR modellerine nazaran 1,5 veya 1,6 kadar daha küçük sensöre sahiptir. Bu sensörler APS-C (Advanced Photo System Type-C) olarak adlandırılır.
Full Frame DSLR ve DSLR fotoğraf makinesi modellerinde kullandığımız lensler de farklı şekilde kategorize edilir.
Nikon gövdelerde kullanılan lenslerde kısaltma olarak FX=Full Frame, DX=Crop sensör olarak adlandırılır. Nikon Full Frame olan gövdeler, Crop lensler dahil her türlü lensi rahatlıkla kullanabilir.
Canon gövdelerde ise, EF lensler full frame ve crop gövdelerde uygundur, EF-S lensler ise sadece Crop gövdelerde kullanılabilir. Sonuç olarak Canon’da Full Frame gövdeler EF-S lensleri kullanamazlar.
Aşağıda farklı lens markaların crop sensör için ürettikleri lenslerde kullanılan kısaltmaları görebiliriz.
• Nikon: DX
• Canon: EF-S, EF-M
• Sony / Konica Minolta: DT, E
• Pentax: DA
• Samsung: NX
• Sigma: DC
• Tamron: Di II
• Tokina: DX
Sonuç olarak, amatör, profesyonel kullanım alanlarınıza ve bütçenize göre Full Frame DSLR veya DSLR makineler tercih edilebilir. İlerideki başlıklarda bu konuya karşılaştırmalı olarak biraz daha detaylı değinilecektir.
Sayısal Arkalıklı Makineler
Stüdyo tipi olarak üretilmiş tam profesyonel makinelerdir. Bu makineler üç bölümden oluşur objektif, gövde ve sayısal arkalık (dijital back)’tan oluşur. Orta format ve büyük format fotoğraf makinelerinin film kullanılan magazinlerinin çıkarılarak yerine sayısal arkalıklar takılarak dönüştürülmesi sürecine dayanır. Çok pahalı bir teknoloji olmasına karşın ortaya çıkan fotoğraf kalitesi nedeniyle profesyonellerce tercih edilir.
DSLR Aynasız Fotoğraf Makineleri
Günümüz için oldukça yeni bir teknoloji sayılabilecek aynasız fotoğraf makinelerinin (mirror-less) son hâline gelmesindeki geçmişi 4-5 yılı geçmez. İlk piyasaya sürüldüğünde DSLR kullanıcıları için bir soru işareti olan bu makineler, hızla kabul gördü ve raftaki yerini aldı.
Sayısal fotoğraf makineleri evrimleşirken, film gibi bir muameleye tabi tutulduğundan aynı mekanik gövdede muhafaza edildi. Sayısal bir sensör ve diğer elektronikler, yeni sayısal film ortamı ve arka LCD için gerekli olan devre dışında, SLR bileşenlerinin geri kalanı değişmedi. Aynı mekanik ayna, aynı pentaprism/optik vizör, otomatik odaklama işlemi için aynı faz algılama sistemi kullanılmaya devam etti ve bu süreç fotoğraf makinesinin üzerinde anlamsız bir yük oluşturdu. SLR fotoğraf makinelerinin başlangıçta film için geliştirilmiş olmasından kaynaklanan ve sonrası DSLR fotoğraf makinelerine uyarlanan gövde ve teknolojide bazı kullanıcı sınırlamaları ve kusurlarının olması bu yükü artırdı. Ne zaman aynasız makineler devreye girdi, DSLR’ler üzerinde bulunan optik vizörlerden kurtuldu ve bir vizör yuvasına olan ihtiyaç ortadan kalktı (üst sınıf modeller, elektronik cihazlarla değiştirildiğinden), gereksiz yığın ve yükten arınmış oldu Şekil 8.4. Yine makine objektif yuvasını ve dengesini baskılayan ağır lensler aynasız modellerde küçülerek makine üzerinde büyük rahatlama sağlanmış oldu.
Aynasız fotoğraf makineleri, SLR içerisindeki ayna sisteminin makine içerisinden çıkarılması prensibine dayanır. Böylelikle optik bakaç da ortadan kalkmış ve LCD ekran üzerinden çerçeve yoluna gidilmiştir. Ancak daha sonraları makine üzerine harici (tak/çıkar) ve bütünleşik bir dijital vizör de yerleştirilmiştir. Aynanın ortadan kalması makineleri küçültmüş ve hafiflemesine sebep olmuştur. Sensör kalitesi ve diğer özellikleri DSLR fotoğraf makineleriyle aşağı yukarı aynıdır. Makine gibi lens boyutları da küçülmüş kullanıcı için hacimsel ve ağırlık anlamında büyük bir rahatlama sağlamıştır.
Aynasız kameraların ilk keşfini, analog dönemlerin efsanesi Leica markasının ünlü telemetre tasarımında aramak yanlış olmaz. Bu ürünün ortaya koymuş olduğu tarihsel macera sonraları Panasonic ve Olympus markalarının yeni bir “Micro Four Thirds sensör” formatı etrafında ortaklık oluşturması DSLR görüntü kalitesini artırmıştır. Bu sayede küçük kamera gövdesi ve lenslerle 2008 yılında dijital aynasız modellerin ortaya çıkma yolculuğu başlamıştır.
Bütün markalar bu yeni nesil makineler için ciddi bir AR-GE ayırmış, lens zenginliği ve diğer paçalar için çalışmalar yürütmektedir. Bu makineler için Full Frame seçeneklerde hızla piyasa sürülmüştür. Olympus, Canon, Nikon, Sony, Fujifilm, Samsung, Panasonic, Pentax gibi markalar çok kısa sürede bu makinelerin üretimini gerçekleştirmişlerdir.
Aynalı ve aynasız DSLR makineleri ışığın yolculuğu anlamında bir şema üzerinde inceleyelim. Aynasız makinede sensöre düşen görüntü için ışık daha az mesafe kaydedecek ve daha az kırılacaktır. Bu avantaj görüntü netliği ve keskinliği anlamında oldukça önemlidir.
Tüm DSLR fotoğraf makineleri “objektif (TTL)” aracılığıyla aynaya bağlıdır, bu nedenle aşağıdaki sınırlamalara sahiptir:
• Boyut ve Yığın: Refleks sistemin hem ayna hem de prizma için yer ihtiyacı vardır. Bu daha geniş gövdeye ve çıkıntıya yol açar.
• Ağırlık: Büyük makine gövdesi ve yığın da daha fazla ağırlık anlamına gelir. Giriş seviyesi DSLR’ler plastik gövdeye sahipken, profesyonel DSLR’ler alaşımlı metal gövdeye sahiptir. Bu, ağırlığı önemli ölçüde artırır. Daha hafif alaşımlar pahalıdır ve fotoğraf makinesinin maliyetine etki eder.
• Karmaşık Ayna ve DeklanşörTasarımı: Bu düzeneği her harekete geçirme, ışığın doğrudan sensöre geçmesine izin vermesi için yukarı ve aşağı hareket etmesini gerektirir, bu yüzden aynaya ihtiyaç duyar. Bu tek başına bile bir dizi sorunu beraberinde yaratır.
• Ayna Hareketi: Yüksek gürültü ve kamera sarsıntısı olumsuz sonuçlar doğurur.
• Hava Hareketi: Ayna yukarı ve aşağı doğru dönerken, kamera haznesinin içinde bol miktarda hava taşır.
• Kare Hızı Sınırlaması: Oldukça gelişmiş Nikon D4 bile sadece 11fps bir kare hızı yapabilir.
• Tamir ve Destek Maliyetinin Zorluğu: Ayna mekanizması çok karmaşıktır ve düzinelerce farklı parçadan oluşur. Gerek tamiri gerekse tamir süresinin uzunluğu ticari anlamda kayıplar yaratabilir.
• Canlı Ön izleme Yok: Optik vizörden bakarken görüntünün neye benzeyeceğini görmek imkansız. Kamera sayacına bakmanız gerekebilir (bazı durumlarda bu sayaç bizi kandırılabilir) ve doğru pozlama için oldukça dikkatli olmamız gerekir.
• Objektif Kalibrasyon Sorunları: Geleneksel DSLR faz algılama sistemi sadece ikincil ayna hizalama sorunları ile ilgili değildir, aynı zamanda lenslerin uygun şekilde kalibre edilmesini gerektirir.
• Maliyet: Ayna mekanizması karmaşıktır ve çok maliyetlidir. Düzenli bakım gerektirir. Aynasız fotoğraf makinelerinin otaya çıkmasıyla birlikte makine gövdesinde kullanıcı sınırlamalarında yaşanan rahatlamalar:
• Küçük Boyut: Aynayı ve Pentaprism’i gövdeden uzaklaştırmak makine için otomatik olarak bir rahatlama ve hafifleme sağlamıştır.
• Daha Az Gürültü: Daha fazla ayna hareketi olmadığından, sadece deklanşör sesi duyulur.
• Daha Az Fotoğraf Makinesi Sarsıntısı: Bir DSLR’deki aynadan farklı olarak, deklanşör kendi başına çok fazla titreşim üretmez ve bu da daha az makine sarsıntısı ile sonuçlanır.
• Hava Hareketi Yok: Fotoğraf makinesinin içinde sürekli hareket eden bir şey olmadığı için, toz burada daha az sorun teşkil etmektedir.
• Daha Kolay Temizlik: Sensörde toz varsa aynasız kameraların temizlenmesi DSLR’lerden daha kolaydır. Aynayı kilitlemek için tamamen şarj edilmiş bir pile ihtiyacınız yoktur - objektifi çıkardığınızda sensör ortaya çıkar. Ayrıca, çoğu aynasız kamerada, bir faz algılama sensörü ve diğer bileşenlerin yerleştirilmesi için ayna altında bir açıklık bulunmaz, bu nedenle oda ve sensör tamamen temizlendikten sonra tozun tekrar dolaşması için çok az şans vardır.
• Çok Hızlı FPS Hızı: Ayna ile yansıtma olmaması, yakalama hızının (fps) ayna hızı ile sınırlandırılmamış olması anlamına gelir. Bu, aynasız fotoğraf makinelerinin, bugün gördüğümüz 10-12 fps’den çok daha hızlı kare hızlarında, daha az gürültü ile, görüntüleri yakalayabileceği anlamına gelir.
• Tamir ve Destek Maliyeti: Daha az hareketli parçalar, daha düşük imalat maliyetine ve üretici için destek anlamına gelir.
• Canlı Ön izleme: Beyaz dengesi, doygunluk veya kontrastı karıştırırsanız bile, canlı ön izlemede görme şansına sahipsiniz.
• Elektronik Vizör: Aynasız makinelerde ayna sisteminin ortadan kalkması ile analog vizör kullanılamaz hâle gelir. Bu yüzden aynasız makinelerde EVF yani elektronik vizör kullanılmaktadır. Bu bir monitör olabileceği gibi bir göz merceğinden bakılabilecek küçük ama yüksek çözünürlüklü bir ekran da olabilir. EVF konuyu değerlendirmek ve çerçevelendirmek için analog vizörlerin yerine tasarlanmıştır. EVF kamera ayarlarını da net bir şekilde görüntüleyebilir, böylece kameranın ayarlarını kontrol etmek için gözünüzü vizörden ayırmanıza gerek kalmaz.
• Her ne kadar analogdan gelen fotoğrafçılar için, EVF aynasız kameraların bir eksiği gibi görünse de gelecekteki inovatif tasarımlar bu durum üzerine olacaktır. Şüphesiz, bir EVF’nin OVF’ye göre büyük avantajları vardır. Mevcut, EVF’nin uygulanması gerektiği kadar güçlü ve duyarlı olmayabilirken, üreticilerin bunu düzeltmesi kısa bir zaman alacaktır.
Sonuç olarak, SLR ve DSLR fotoğraf makineleri tarafından kullanılan aynanın bertaraf edilmesi ile ortaya çıkan bu yeni tasarım fotoğraf makineleri, daha ince ve daha kompakt bir görüntüye sahiptir. Özellikle günümüzde Full Frame yani “tam çerçeve” olarak tasarlanan kimi aynasız fotoğraf makineleriyle, 35mm formatlı bir sensörle donatılmış nispeten küçük bir gövde ile geniş bir aralıkta değiştirilebilir lensler kullanılabilen, kompakt ama yüksek kaliteli makineler sunulmaktadır.
Analog fotoğrafın önemli bir parçası olan filmlerin yerini sayısal fotoğrafçılıkta “Görüntü Algılayıcılar” (sensörler) almıştır. Sensörler tarafından algılanan görüntü sayısal çevirici ve işlemci sayesinde bellek kartında depolanır. Kuşkusuz bu sürecin en önemli başrol oyuncusu sensördür. Sensörler filmin aksine makine üzerine sabitlenmiş ışığa duyarlı önemli bir parçacıktır. Sayısal makinelerin vazgeçilmezi sensörler görüntüyü oluşturabilmek için dizim olarak milyonlarca küçük piksellerden oluşur. Pozlama esnasında fotonlar, piksellerin içerisinde bulunan foton kutucukları içinde toplanarak biriktirilir, pozlama biter bitmez makine bu foton kutucuklarının kapağını kapatır ve içerilerinde ne kadar foton biriktiğini sayısal olarak hesaplar. Her kutucuğun içerisindeki foton yoğunluğu ve miktarı kaydedilir. Bu yoğunluk seviyesinin bir adı “bit derinliği”dir. Sayısal sensörler de her bir kutucuk için RGB den (Red: Kırmızı, Green: Yeşil, Blue: Mavi) oluşan üç ana renkten birini kutucukta yakalamayı sağlayan filtreler vardır. Bu şekilde kutucuğa girmesi gereken maksimum ışığın 2/3’ü atılır.
Özetlenecek olursa sensörun içine giren ışık, üzerindeki kırmızı, yeşil ve mavi filtre sayesinde siyah-beyaz olan ışığı renklendirir. Yerleştirilen filtre ile her piksel diğer renklerin geçişini engellerken sadece eşleştiği rengin geçmesini sağlar ve ışığın parlaklığını kontrol eder. Örneğin kırmızı filtreli bir piksel sadece kırmızı ışığın parlaklığını ayarlayarak onu vurgular. Her pikselin ne renk olduğunu anlamak için interpolasyon (az sayıda alıcıdan çok sayıda piksel elde edilmesi) denilen bir yöntem, pikselin direkt olarak kaydedemediği rengi hesaplamak için iki komsu pikselin renklerini kullanır. Bu iki interpolize edilmiş rengin ölçülendirilerek karıştırılmasıyla, pikselin tüm renkleri hesaplanabilir. Bu hesaplama sonrasında analog ve sayısal dönüştürücüler ve işlemciler sayesinde gelen sinyaller hafıza kartlarına kaydedilir.
Sensör Çeşitleri CCD ve CMOS Sensörler
Daha önce de söylediğimiz gibi sayısal kameralar görüntüyü tespit ve kayıt etmek için görüntü sensörleri kullanırlar. Sensörleri CCD (Charge Coupled Device-Şarjlı Bağlı Cihazlar) ve CMOS (Complementary Metal Oxide Semiconductor-Tamamlayıcı Metal Oksit Yarı İletkenler) olarak iki türde incelemek mümkündür. Bu iki görüntüleme sensörünün estetik performansı hakkındaki görüşler profesyonellere göre değişmekle birlikte, her iki sensörün de genel anlamda son derece kaliteli görüntü dosyaları sağladığı ifade edilmektedir.
CCD’ler bir görüntüyü siyah beyaz olarak korur. Sonrasında renkli bir görüntü oluşturmak için ışığı; kırmızı, yeşil ve mavi filtrelerden geçirir. Bu işlem Bayer dosya deseni ismi ile anılır. Her filtre sadece bir dalga boyuna izin verir ve sadece bir rengin kaydedilmesine izin veren herhangi bir piksele geçer.
CCD’ler gibi, CMOS görüntüleme çipleri de foto detektörler üzerinde bir Bayer filtre deseni ile çalışır. Ayrıca CMOS görüntüleme çipi fotodiyod dizisi tarafından üretilen sinyalleri toplayan ve yorumlayan analog sinyal işleme devresini de barındırır. Bir görüntü elde edildikten sonra, standart kırmızı, yeşil ve mavi (RGB) formatına yükseltilir ve dönüştürülür. CMOS çipleri, CCD’lerden daha fazla enerji tasarrufu sağlar.
CCD ve CMOS Görüntü Algılayıcılar (Sensörler) Arasındaki Fark:
En büyük fark CCD sensörlerin düşük parazitli (çizgili) yüksek kaliteli görüntüler oluşturmasıdır. CMOS görüntüleri daha parazitli olmaya meyillidir.
CCD sensörleri ışığa karşı daha hassastır. CMOS sensörleri düzgün bir ışıklandırmada düşük parazitli görüntü oluşturmak için daha fazla ışığa ihtiyaç duymaktadır. Bu, CMOS sensörlerin CCD’den tamamen düşük kaliteli olduğu anlamına gelmez.
CCD dijital kameralarda daha uzun süredir bulunmaktadır ve teknolojisi çok daha gelişmiştir. CMOS sensörleri teknolojiyi yakalamaktadır ve sonunca çözünürlük ve kalite açısından CCD ile eşdeğer olacaktır.
CMOS’un CCD’yi yakalaması sadece an meselesidir. Bunlar herhangi bir standart silikon üretim hattında üretilebilir ve CCD sensörleri ile karşılaştırıldığında çok daha pahalıdır. Kalitede son gelişmeler kaydedildiğinde ekonomi sonunda bir gün tüm kameraların CMOS olmasını sağlayacaktır.
CMOS sensörleri güç tüketimi bakımından CCD sensörlerinden daha üstündür. Daha uzun batarya ömrü CMOS kamera ile daha fazla resim çekmeniz anlamına gelmektedir.
CCD kameralar yüksek çözünürlükte daha kaliteli görüntüler üretmektedir. CMOS teknolojisi yakalanmaktadır. Ve daha uzun batarya ömrü ve daha ucuz kameralarla CCD kalite seviyesine uyum sağlamak zorundadır ve bir gün daha iyisi geliştirilene kadar dijital kameraların vazgeçilmez normu haline gelecektir.
Live MOS Sensörler
Leica, Panasonic ve Olympusun kullandığı ve düşük enerji tüketimi ile CCD sensörlerin ulaştığı görüntü kalitesine ulaşıldığı iddia edilen bir sensör çeşididir. Live MOS Sensörü, CMOS sensörünün düşük güç gereksinimlerine sahip, Full Frame Transfer (FFT) CCD sensörüyle karşılaştırılabilir bir görüntü kalitesi sunar. Her fotodiyottan karşılık gelen çip üzerindeki mikrolenslere olan mesafenin azaltıldığı, basitleştirilmiş devresiyle ışığın yüksek bir insidans açısında çarpması durumunda bile mükemmel hassasiyet ve görüntü kalitesi sağladığı söylenebilir. Olympus’a özel üretilen ve resimde örneğini gördüğümüz sistemde canlı ön izleme için ikinci bir küçük sensor kullanılmıştır. Böylelikle asıl sensöre fazladan bir yük binmiyor. ikinci Sensör canlı önizlemeyi ve video çekimlerini sağlarken ana Live Mos Sensör sadece fotoğrafın çekilmesiyle ilgilenmiş ve ısınmamış oluyor.
Foveon Direkt Görüntü Sensörü
100 yılı aşkın süredir, renkli film analog fotoğrafçılıkta altın bir standart olarak süregelmektedir. Dünyanın dört bir yanındaki renkli film tüketicilerinin alışık olduğu bu yöntem sıcak tonlar ve inanılmaz renk geçişleri için oldukça önemli bir detaydır. Film, görüntüdeki her noktada tam rengi yakalamak için üç katman emülsiyon kullanarak bunu başarabiliyor ve doğal anlamda oldukça önemli bir renk zenginliği sunuyordu. Alternatif olarak 30 yıl önce ortaya çıkan CCD görüntü sensörleri dijital fotoğrafçılık çağına geçiş sürecinde geliştirildi. Ne yazık ki dünyanın film tabanlı kameralardan beklediği renkli filmin zengin, sıcak tonları ve detayı yeni dijital kameralarla elde edilemediği söylenir. Bu sorun, CCD dijital görüntü algılayıcılarının, her konumdaki tam renk aralığı yerine, yakalanan görüntüdeki her noktada yalnızca bir renk kaydetme kabiliyetine sahip olmasından kaynaklanıyordu.
Foveon, hem filmin hem de dijitalin sunabileceği en iyi kaliteyi bir araya getirdiğini ilan ederek savunmuştur. Bu, görüntü sensörünün yenilikçi tasarımı üç katmanlı Foveon X3 ile doğrudan beklenen sonucu gerçekleştirdi. Renkli filmde kullanılan kimyasal emülsiyon katmanlarına benzer şekilde, Foveon X3 görüntü algılayıcıları üç kat piksele sahiptir. Kırmızı, yeşil ve mavi ışığın farklı derinliklere işlediği gerçeğinden faydalanarak piksel katmanları silikon içine gömülür ve sensör yakalanan görüntüdeki her noktada tam renk sonucunu yakalar. Böylelikle sorunsuz bir renk geçişi sağlanmış olur. Sonuç olarak Foveon, ortaya koyduğu bu yeni teknolojiyle tüketicilere ve üreticilere birçok avantaj sunuyor.
Sensör Boyutları
Günümüzde tam çerçeve (full frame) görüntü sensörleri ile ilgili gelişmeler sayesinde kimi fotoğraf makinesinde bu sensörlerin tercih edilmesine rağmen, çoğu görüntüleme sensörü 35mm çerçeve boyutunda (24x36 mm) veya daha küçüktür. Çip olarak sensörlerin boyutu, görüntü kalitesini veya dosya boyutunu mutlaka surette etkilemektedir. Fakat çipin boyutu mevcut merceklerin odak uzunluğuna etki eder.
24x36mm’den küçük sensörler ile, tüm objektifler odak uzunluğundan daha uzun bir etki sağlar. Bu, telefoto ve telefoto zoomların söz konusu olduğu bir sorun olarak algılanmaz. Çünkü lensin maksimum diyaframı değişmemektedir. Geniş açılı veya geniş açılı zoom lensleriniz dijital kamera gövdesinde önemli ölçüde daha az geniş açılı olduğunda, bu durum rahatsız edici olabilir. Örneğin, 17 mm objektif, 1.4X objektif odak uzaklığı faktörü ile birlikte 24 mm’lik bir lense dönüşecektir. Bu bölümü daha detaylı incelemekte yarar vardır.
Crop Faktör Nedir?
Farklı sensör boyutlarında görüş alanında ve görüntüde ne gibi değişiklikler olduğu bilinmektedir. Fotoğrafçıların 35mm’lik bir kameraya oranla görüş alanında ne gibi değişikliklerin meydana geleceğini kolayca anlayabilmesi için üreticiler lenslerin eşdeğer uzaklıklarını kolayca hesaplayabilecek bir yol geliştirdiler. Fotoğrafın kenarları kırpılıp atılacağı için geniş açılı lensler aslında o kadar da geniş açılı olamayacaklar ve telefoto lensler nesneleri daha da yakınlaştıracaklardır.
“Crop faktör”, 35mm / full-frame kameraya göre yapılmış bir orandır. Verilen crop faktör numarasını lensin odak uzaklığı ile çarparsanız ve lensinizin 35mm’lik filmli (ya da full-frame) kameraya göre eşdeğer odak uzaklığına rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Örneğin, Nikon’un “DX” kameraları 1.5x crop faktöre sahiptir, bu nedenle 24mm geniş açılı bir lens ile çekim yaparsanıız, lensin odak uzaklığı olan 24 ile 1.5 sayısını çarpıp 36mm sonucuna ulaşabilirsiniz. Bu da terimsel olarak bakıldığında full-frame kamera ile 24mm ile yapılan çekim crop sensör kamerada 36mm’lik bir sonuç verecektir. Bir diğer açıdan, eğer 24mm lensi crop sensör kameraya, 36mm lensi de full-frame kameraya takarsanız ve çektiğiniz görüntüleri karşılaştırırsanız görüş alanı birbirine son derece yakın çıkacaktır. Ancak, bu demek değildir ki karşılaştırılan sonuçlar aynıdır – odak uzaklığının değişmesi perspektifte, alan derinliğinde ve arka plan bulanıklığında şiddetli bir etkiye sebep olacaktır. Aşağıda farklı kameraların farklı crop faktörlerini görebilirsiniz.
1.5x Crop Faktör: Nikon DX(Coolpix A, D3300, D5500, D7100); Pentax K-5 II; Sony A5100, A6000; Samsung NX1; Fuji X-A1, X-M1, X-E2, X-T1, X-Pro1
1.6x Crop Faktör: Canon Digital Rebel, 70D, 7D Mk II, EOS M2
2.0x Crop Faktör / Micro Four Thirds: Olympus OM-D Serileri; Panasonic DMC Serileri
2.7x Crop Faktör: Nikon CX (J4, S2, AW1, V3); Sony RX100 III, RX 10; Samsung NX Mini
Yaygın Crop Faktörleri ve Eşdeğer Odak Uzaklıkları
Crop Faktör Nasıl Hesaplanır?
Crop faktörü hesaplamak oldukça kolaydır. Crop sensörün fiziksel boyutunu biliyorsanız, Pisagor Teoremini kullanarak (a² + b² = c²) her iki sensörün de köşegenleri bulun, sonra da full-frame sensörün köşegenenini crop sensörün köşegenine bölün. Bunu nasıl yapacağınıza dair Nikon CX sensörden bir örnek verilebilir:
35mm / Full-frame köşegen: 36² + 24² = 1872², köşegen buradan 43.27 çıkıyor.
Nikon CX sensör köşegen: 13.20² + 8.80² = 251.68², köşegen buradan 15.86 çıkıyor.
Crop Faktör: 43.27 / 15.86 = 2.73
Buradan hareketle Nikon CX sensörün crop faktörünü 2.73x olarak buluyoruz ki bu da genellikle 2.7 olarak verilmektedir.
Sensör boyutu ile ilgili profesyonel fotoğrafçıların iki kampa ayrıldığı görülmektedir. Bu kamplardan ilki tam boyutta sensörlere inananlar diğeri ise daha küçük bir sensörün daha verimli, daha ucuz ve aynı zamanda da güvenilir olduğuna inananlardır. Bu bağlamda ihtiyacı karşılamak için daha küçük boyutlu görüntü sensörü üreten şirketler dijital görüntüleme için özel olarak üretilmiş lensleri de devreye sokmaya başlamıştır. Bu lensler dijital görüntü sensörü üzerine düşen odaklanmış ışık alanını küçük boyutlu sensörü telafi edecek şekilde tasarlanır.
Sensör ölçüleri ve makineler üzerinden kıyaslaması
Daha küçük görüntü sensörü boyutlarına kendini adamış olan kamera üreticileri, dijital görüntüleme için özel olarak tasarlanmış lens aralıklarını tanıtmaya başladılar. Kapsama alanı (film düzlemine veya dijital görüntüleme çipine düşen odaklanmış ışık alanı) daha küçük ve daha fazla, çip boyutunu telafi etmek için çiftleştirilmiştir. Bu nedenle, lensler daha ekonomik ve daha küçük boyutlarda yapılabilir, ancak yine de geleneksel mercekler olarak geniş bir odak uzaklığı aralığı sunar.
Sayısal fotoğrafçılık ve mantığını iyi kavramak için, sayısal fotoğrafçılıkla ilgili temel kavramları çok iyi bilmek önemlidir. Bu kavramlar gerek sahada çekim yaparken gerekse makinemizi çok iyi tanımamıza yarayan temel göstergelerdir. Analog sonrası sayısal teknolojiye geçişle fotoğrafın teknik dili de bir takım değişikliklere uğramıştır bu dili konuşabilmek fotoğraf makinesi alırken, seçerken, kullanırken ve bu konularla ilgili eğitim alırken sizlere önemli bir rehber olacaktır. Temel fotoğrafçılık eğitimi için bu dilin kavramlarını açıklamakta yarar vardır.
Piksel Nedir?
Fotoğraf makinesi ya da bilgisayar ekranında gördüğümüz görüntüler milyonlarca küçük dijital rengin bileşimiyle meydana gelmektedir. Piksel, bu bileşimin parçası olarak dijital ekran teknolojileri üzerinde gösterilen görüntünün en küçük birimine verilen isimdir. Dijital görüntüleme sistemlerinde renk ve ışığı oluşturan bu pikseller yatay veya dikey satırlar olarak bir araya geldikçe ana görüntüyü meydanda getirir. Dijital görüntüleme teknolojileri çerçevesinde görüntünün boyutu söz konusu bu piksellerin fazlalığıyla ilişkili olarak ortaya çıkar. Piksel, İngilizce görüntü anlamına gelen Picture ve Latince element kelimesinin bileşiminin kısaltması olarak kullanılır. Genellikle üçlü renk parçacıklarından oluşan pikseller, sayısal görüntü teknolojisi içerisinde yatay ve dikey anlamda satır/sütun sayılarının fazlalığı oranında görüntünün kalitesini, boyutunu ve oranını belirlerler. Piksel görüntü verisinin en küçük ve bölünemeyen parçasıdır.
Piksel, hem dijital fotoğraf makinelerinde ışık algılayıcı yüzeyin çözünürlüğü hem de fotoğrafın görüntülendiği dijital ortamın çözünürlüğü bağlamında kullanılır. Görüntünün oluştuğu dijital ekranda bulunan piksel sayısı çözünürlük olarak ifade edilir. Yatay ve dikey olarak ekranda bulunan piksel sayısının oranı, o ekranın da çözünürlüğünü belirler. Dijital fotoğraf makinelerinde bulunan CCD/CMOS sensörleri de algılayabildikleri piksel sayısı oranında kaliteli görüntü oluşturabilirler. Algılayabildikleri toplam piksel sayısına ise megapiksel denir.
Megapiksel, dijital fotoğraf makinelerinin oluşturacağı çözünürlüğü belirten bir ölçü birimidir. Bu noktada dijital fotoğraf makinesinin ışık algılayıcı yüzeyinin kalitesi de görüntü olarak kaydedebileceği piksellerin fazlalığıyla ölçülür. Günümüzde megapiksel olarak ifade edilen görüntü algılayıcı CCD/CMOS sensörlerin de bir megapiksel, bir milyon adet pikselin bir araya gelmesine karşılık gelir. Bir fotoğraf karesi teknik olarak ne kadar piksele sahip ise o kadar fazla detayı bünyesinde barındırır.
Örnek vermek gerekirse; 6400x4800 piksel çözünürlüğe sahip bir fotoğraf makinesiyle çekilen fotoğraf yatay olarak 6400, dikey olarak ise 4800 pikselden oluşur. Bu iki değer çarpıldığında ise fotoğraf makinesinin çözünürlüğü ortaya çıkar. Günümüzde kullanılan dijital görüntü formatlarının tümünde çözünürlük değeri her santimetreye düşen piksel (PPC - Pixel Per Cm) ve inç (PPC - Pixel Per Inc) olarak kaydedilmektedir. Fotoğraftaki pikseller çoğu zaman çıplak gözle fark edilmezler, pikselleri ancak dijital işleme sırasında görüntüyü büyüterek gözle görecek seviyeye ulaştırmanız mümkündür.
Sonuç olarak megapiksel, dijital fotoğraf makinesindeki bir sensörle tespit edilen dijital görüntünün kalitesini (netliğini) belirler. Bilgisayarlarda bir bayt bellek depolama biriminin en küçük birimidir, bir piksel ise bir görüntü ekranındaki veya bir görüntüdeki en küçük birim olarak tanımlanır. Dijital fotoğraf makineleri ile çekilen görüntüler bir milyon veya daha fazla piksele sahiptir. Bu yüzden megapiksel kavramı kullanılmaktadır. Dijital fotoğraf makinesinin görüntüsünün kalitesi milyonlarca pikseli barındırmakta ve megapiksel, (MP) ile ölçülmektedir. Piksel sayısı ne kadar çoksa çözünürlük de o derece fazladır.
Çekilen fotoğrafın kalitesinde sayısal fotoğraf makinesinin sensörünün fiziki boyutu önemli belirleyicidir. Sensör boyutu arttıkça makinenin ışığı yakalama imkanı artacak, daha derin renkler ve daha iyi kontrast etki sağlanacaktır. Bu anlamda sensörün fiziki boyutu görüntü kalitesinde fark yaratacaktır.
Toz ve Ölü Piksel
Bir dizi görüntüdeki ortaya çıkan görüntü dışı noktalara ölü piksel denir. Genellikle sensöre toz vb. şeylerin müdahale etmesi ile ortaya çıkar. Ölü pikseller düşündüğünüz kadar ölümcül değildir ve ortaya çıkan ölü pikselleri düzeltmek mümkündür. Piksel eşleştirmesi olarak adlandırılan bir teknik, görüntü içinde bu çalışmayan pikselleri bulmakta ve bunları kalıcı olarak düzeltebilmektedir.
ISO Hızı
ISO sensör duyarlılığı olarak da adlandırılmaktadır. Örneğin optimal olmayan bir yerde çekim yapmak için ISO hızını ayarlamanız gerekebilir.
ISO numarası veya diğer şekilde ifade edilirse ISO hızı ne kadar düşükse, sensör duyarlılığı o derece azdır. Bu yüzden, örneğin 100 ISO, 400 ISO’dan filmden daha fazla ışığa ihtiyaç duyar. bu kıyaslamada 100 ISO değerinden ışığın kalitesi daha yüksektir. Dijital fotoğraf makinelerinde ISO ayarları kısmında 100, 200, 400 ve 800 gibi değerlerle karşılaşırız. Bazı kameralarda bu değerler giderek fazlalaşabilir. ISO değerini 100’den daha düşük bir değere ayarladığınızda, tripod kullanmıyorsanız fotoğraflarınızda bulanıklık oluşabilir. Fotoğraf makinelerinin sensör kalitesine bağlı olarak değişebilmekle birlikte yüksek ISO’larda (ortalama bir DSLR için genellikle 800 ISO üstü) çekim yapmak, dijital parazitlere yani kırmızı, yeşil ve mavi lekelere veya genellikle gölge ve düz renk alanlarında ortaya çıkan parlaklık gürültüsüne neden olabilir. Bu gürültüye, fotoğrafçılık dilinde kumlanma ve ya noise olarak adlandırılır.
Histogram
Histogram, bir görüntüdeki parlaklık değerlerinin aralığını gösteren grafiktir. Yakalanan fotoğrafik görüntünün poz değerlerini analiz etmek için kullanılan histogramlar, piksellerin saf siyah ve saf beyaz arasında nereye düştüğünü göstermektedir. Histogram grafik görüntüsünde yatay olarak bir dizi ton boyunca piksellerin dağılımını göstermektedir. Dikey eksende ise her tonu kaplayan piksel miktarı verilir. Bazı sayısal kameralar da iki tip histogram görebilirsiniz. Bunlar parlaklık histogramı ve kırmızı, yeşil ve mavi renk kanalları için ton değerlerini gösteren bir RGB histogramıdır. Histograf ise fotoğraflarınızın pozunu değerlendirme işi için kameranıza yerleştirilmiş bir araçtır.
Parlaklık veya Luminance Histogramı
Parlaklık veya luminance histogramı, parlaklıkları bağlamında piksellerin dağılımını gösteren basit bir çubuk grafiktir. Fotoğrafçıların çekim yaparken histogramı kontrol etmeleri önemlidir. Histogram fotoğrafçıya kameranın sensörünün kaydettiği görüntüdeki parlaklık düzeylerinin grafiksel bir sunumunu yapar. Fotoğrafik görüntünün kameranın LCD monitöründeki görünüşü aldatıcı olabilmektedir. Bunun için histogram kullanarak pozlama ayarlamaları yapmak, pozlamayı ölçmek için önerilen bir tercihtir.
Histogramın sol kenarı, ton ölçeğinin en koyu değerlerini göstermektedir (seviye 0). Sağ kenardaki ton ölçeği en parlak değerleri (seviye 255) grafiğin orta kısımları ise orta tonları gösterir. Pikseller histogramın sol kenarına doğru kalabalıklaşıyor ve sağ kenara kadar uzanmıyorsa, gölgelerdeki ayrıntı kaybı fazladır ve görüntü az pozlanmıştır. Tersi durumda histogramın sağ kenarına grafiksel bir yükseliş söz konusu ise görüntü fazla ışık almış ve vurgularda detay kaybı ortaya çıkmış olacaktır. bazı kameralarda bu durum vurgulama uyarısı olarak gösterilir ve detaylarını kaybeden ve sensörün yakalayabileceği aralığın ötesindeki alanlar LCD ekranın görüntü ekranında yanıp söner.
RGB Histogramı
Bazı kameralar bir fotoğrafik görüntünün kırmızı, yeşil ve mavi renk kanallarının tek tek histogramlarının görüntülenmesine ve birleşik histogramla birbiriyle ilişkili olarak üçünü göstermesine olanak tanımaktadır. Üç renk histogramının hepsi doğru pozlamaya sahip olsalar bile görüntüdeki her bir rengin miktar olarak farklılaşması nedeniyle hepsinin biraz farklı görünmesi normaldir. Bu histogramlar da parlaklık histogramı gibi okunmaktadır.
Hangi histogram ekranının sizin için daha faydalı olduğunu farklı çekim türleri ile ilgilidir. Açık hava manzara, doğanın ve düğün fotoğrafçılığı için, parlaklık histogramı vurgu detayını anlamak adına daha kullanışlı görülmektedir. Moda veya katalog çekimlerinde ise renk yorumunun yüksek doğrulukta olması önemlidir ve RGB histogramı görüntü pozlaması verileri ile ilgili daha kullanışlı geri bildirim sağlar.
Çekim esnasında DSLR kameranızın LCD ekranından histogramı kontrol etmek fotoğrafınızın tonlarını grafik olarak anlamanıza ve gerekirse tekrar çekmenize olanak tanır. Ayrıca grafikler düşük pozlama değerlerini işaret ediyorsa görüntüyü en iyi duruma getirmek için artı pozlama telafisi de uygulayabilirsiniz. Görüntü tonlarının grafik gösterimi olan histogramı kamera dışında da kullanabilirsiniz. Gerek bilgisayar ortamında gerekse tablet vb. cihazlarda birtakım yazılımlarla histogramı çekim sonrasında da kontrol etmek mümkündür Bu yazılımlar tonların grafiklerine göre kullanıcının düzenleme yapabilmesine kolaylık tanır.
Beyaz Ayarı (White Balance)
Bir objeden yansıyan ışığın rengi ışık kaynağının rengine göre değişiklik gösterir. İnsan beyni ışık kaynağının rengindeki değişikliklere adapte olabilir ve sonuçta ister gölgede, ister doğrudan güneş ışığında isterse de parlak ışık altında olsun beyaz objeler beyaz görünür. Filmli kameralarda kullanılan filmin aksine, dijital kameralar fotoğrafları ışık kaynağının rengine göre işleyerek bu ayarlamanın bir benzerini yapabilmektedir. Bu işlem “Beyaz Ayarı” olarak bilinir.
Beyaz ayarı bir çok sayısal fotoğraf makinesine sahip kişi tarafından göz ardı edilen bir moddur. Unutulmamalıdır ki bu ayar doğal ve gerçeği yakın bir fotoğraf için mutlaka bilinmelidir, öğrenilmelidir. Bu sayede fotoğraflarımızdaki renkler en doğru dengeye ulaşacak, gözün gördüğü dengeye yakın bir sonuç elde edilecektir.
Ortam ışıklarına göre çektiğimiz fotoğrafların renklerini incelediğimizde, mavileşme, sararma veya turunculaşmalar görmekteyiz. Bu renklerin oluşmasına sebep olarak ortam ışığında kullanılan aydınlatmaların rolü çoktur. Örneğin floresan ışığı fotoğrafta soğuk mavimsi bir renk oluştururken, akkor ampuller ise fotoğrafa sarımsı bir renk oluşumuna sebep olur. Farklı aralıklar örneğin mum ışığından mavi gök yüzünün soğuk ışığına kadar uzanır. Örnekleyecek olursak göz en doğalını görmesine rağmen bir mum ışığının altındaki beyaz bir kağıdın sarardığını hissetse de beyaz olarak algılayacaktır. Bu gözle beyin arasındaki motor algı, fotoğraf makinemizde maalesef bu şekilde işlemez. Makinemizin her zaman bizim belirleyeceğimiz bir beyaz dengesine ihtiyacı vardır.
Sayısal fotoğraf makineleri bizim belirleyeceğimiz seçimler için otomatik bir beyaz ayarı skalası oluşturmuştur. Bu skalayı kullanmak hem çok basit hem de oldukça yararlıdır. Fotoğraf makinenizde bulacağınız temel beyaz dengesi ayarları incelenmelidir.
Otomatik (Auto WB): Sayısal fotoğraf makineniz bu ayarda ortam ışığına uygun en doğru beyaz ayarını kendisi otomatik olarak yapacaktır. Yeni başlayanlar için en çok tavsiye edilen ayarlardan biridir. 3500-8000 K (Kelvin) aralığında bir değere hükmedebilir.
Tungsten: Genellikle küçük bir ampulle sembolize edilir. Bu ayarı fotoğraf makinenizde seçtiğinizde, akkor ampul aydınlatmasının fotoğrafınıza vereceği sarartmayı dengeleyerek fotoğraftaki renklerinizi soğutacaktır. Böylelikle gerçeğe yakın bir renk dengesi yakalarsınız. 2700-3200 K renk ısısına etki eder.
Floresan: İkon olarak floresan şeklinde bir görselle temsil edilir. Floresan ışığının vermiş olduğu soğuk ışığı telafi ederek çekim renklerinizi ısıtır. Sodyum buharlı lambalar 2700 K, Sıcak Beyaz Floresan 3000 K, Beyaz Floresan 3700K, Soğuk Beyaz Floresan 4200 K, Gün Beyazı Floresan 5000 K, Gün Işığı Floresan 6500 K, Yüksek Isılı Civa Buharı 7200 K renk ısısına sahiptir.
Not: Kelvin Kimdir?
Kelvin sıcaklık ölçeğinin fikir babası, Lord Kelvin olarak da tanınan İngiliz mucit ve bilimci William Thomson’dır. Celcius ve Fahrenheit sıcaklık ölçekleriyle birlikte, en iyi bilinen üç sıcaklık ölçeğinden biridir. Diğer sıcaklık ölçeklerinde olduğu gibi, Kelvin ölçeğinin aralıklarının belirlenmesinde de suyun donma ve kaynama noktaları dikkate alınmıştır. Suyun donduğu sıcaklık (273.16 K) ile kaynadığı sıcaklık (373.16 K) arasında 100 birim vardır. Bu ölçekteki herbir birime bir derece denmez; bir Kelvin denir. Bu nedenle Celsius ve Fahrenheit ölçeklerinde sayı belirtilirken derece simgesi kullanılırken, Kelvin ölçeği sayılarına sadece K eklenir. Kelvin ölçeğinde negatif sayı olmaz ve en düşük sıcaklık 0 K olabilir.
Doğrudan Güneşli, Gün Işığı: Güneş şeklinde bir simgeye sahiptir. Doğrudan güneş ışığıyla aydınlanan konularda kesinlikle kullanılmalıdır. Güneş ışığının nesneye düşen sert ışık nedeniyle oluşan renk kayıplarını tolere eder. Birçok makinede auto WB ilede bu sorun çözülür. Doğrudan güneş ışığının renk ısısı 5200 K’dir.
Flaş: Kamerayla bütünleşik flaşlar veya isteğe bağlı flaşlarla kullanılmalıdır, flaş renklerde soğuma yapacağından bu ayarda renklere sıcak bir dokunuş sağlarsınız. Renk ısısı 5400 K kadardır.
Bulutlu: Sayısal fotoğraf makinenizde bulut şeklinde bir simgeyle ifade edilir. Gök yüzünde bulutların kaplı olduğu zamanlardaki gün ışığında kullanın. Renklere doğrudan etki eden önemli bir moddur. 6000 K kadar bir renk ısısına sahiptir.
Gölge: Gün ışığında çekeceğiniz konular gölgedeyse kullanabilirsiniz, çok iyi sonuçlar doğuracaktır. Gölge ışığı doğrudan güneş ışığına nazaran daha soğuk bir etkide olduğundan bu ayar fotoğraflarınızı ısıtacaktır. Renk ısısı ise 8000 K’dir.
Manuel (belirlenmiş) Beyaz Dengesi Ayarları: Bu modda konu, ışık kaynağı veya mevcut çekilmiş fotoğrafı beyaz ayarı için referans kullanmanıza yarar. Bu konuda kendinize fotoğraf çekeceğiniz konuya referans noktası olacak özel satılan beyaz veya gri kartlardan alabilirsiniz.
Sonuç olarak bu ayarlarda yaşadığınız her türlü sorunu çekeceğiniz fotoğrafları sayısal ortamda işlerken RAW+JPEG formatları üzerinden düzenleme şansınız her zaman vardır.
Bellek Kartları ve Kart Okuyucular
Dijital fotoğraf makineleri, fotoğrafları kaydetmek için bellek kartları olarak isimlendirilen çeşitli saklama medyaları kullanır. Bu bellek kartları fotoğraf makinesinin türüne göre pek çok farklı model çerçevesinde birbirinden farklı kapasitede ve hızda görüntüyü kaydedebilir. Bellek kartlarının türü ve saklama kapasitesi makineyle çekilecek toplam fotoğraf sayısını belirler. Farklı tip ve modeldeki bu bellek kartlarının kendilerine göre artı ve eksileri bulunur. Bellek kartları, herhangi bir güç kesinti durumunda bilgileri kaybetmeyen ve üzerine bilgilerin tekrar yazılabileceği özelliklere sahiptir. Pek çok fotoğraf makinesine göre çeşitli türleri olan bu kartları 5 ana başlık altında sınıflandırabiliriz.
SD Kart (Secure Digital)
Günümüzde yaygın olarak kullanılan SD kartlar, “Multimedia” ve “SmartMedia” olarak ortaya çıkan hafıza kartlarının geliştirilmiş hâlidir. SD kartlar daha yeni bir teknolojiye sahip olarak Multimedia (MMC) kartlarla uyumlu olarak çalışabilmektedir. Geliştirilmiş kopyalama ve telif hakkı koruma sistemine sahip olan SD kartlar gelişmiş şifreleme tekniğini içeriğinde barındırırlar. SD kartlar pek çok dijital fotoğraf makinesi tarafından desteklenmektedir. SD kartların pek çok türde okuma ve yazma hızına sahip türleri bulunmaktadır. Günümüz teknolojisi ile 128 gb kadar ulaşan SD kartların okuma ve yazma hızları üzerlerinde bulunan ve sınıf (class) numaralarına göre farklılaşabilmektedir. Kullanıcının sahip olduğu fotoğraf makinesinin çözünürlüğü ve 4k video kaydı yapabilmesi için veri işleme hızının da o oranda buna izin vermesi gerekmektedir. Bunun için saniyede en fazla boyutta veri işlemine izin veren sınıfta bir SD kartın tercih edilmesi önemlidir.
Kompakt Flaş Kart (CF- Compact Flash) ½
Günümüzde profesyonel dijital fotoğraf makineleri tarafından sıklıkla tercih edilen bir diğer bellek kartı ise kompakt flaş kartlardır. CF kart olarak bilinen bu bellek kartları içerdikleri yüksek veri işleme hızları ve düşük güç tüketimi ile dijital fotoğrafçılık alanında yaygın olarak kullanılırlar. CF kartlar SD kartlarına göre yapısal olarak daha büyüktür (43 x 36 mm). CF kartların Type I ve Type II olarak isimlendirilmiş 3.3V ve 5V olmak üzere farklı voltaj seviyesi ve kalınlığa sahip iki çeşidi bulunur. Type II CF kartlar ilk versiyona göre daha fazla kapasitede bilgi aktarıp, ilk versiyona ait kartları da okuyabilmektedir. Dijital görüntü verisini oldukça hızlı bir şekilde kaydedip transfer edebilen CF kartların kapasiteleri günümüz şartlarında 64 Gb’kadar çıkabilmektedir. Düşük güç tüketimine sahip olan CF bellek kartları fotoğraf makinelerinin yanı sıra dijital kameralarda da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Memory Stick Hafıza Kartı
Memory Stick (Bellek Çubuğu), bellek kartı Sony firmasının kendi dijital ürünleri için geliştirdiği ilk sürümü 50mm uzunluğuna, 21 mm genişliğine ve 2.8 mm kalınlığına sahip bir bellek kartı türüdür. Dijital tüketim ürünlerinin küresel bir aktörü olan Sony firmasının öncelikle kendi ürünleri için ürettiği bu kart, günümüzde diğer bellek şirketleriyle işbirliği içinde 64gb’a ulaşan kapasitelere ulaşmıştır. Fotoğraf makinesinin dışında firmanın diğer dijital ürünleriyle uyumlu olarak çalışabilen bu bellek türü özellikle Sony ürünlerini tercih eden kullanıcılar tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır.
XD Görüntü Bellek Kartı (XD Picture Card)
XD Kart, bellek teknolojisinde yaşanan gelişmelerle ilişkili olarak ortaya çıkan yeni bir bellek türüdür. Dijital fotoğraf makinelerinde kullanılmaya başlayan bu kart türü yüksek veri işleme hızına sahiptir. Kapasiteleri 2 gb’a ulaşan XD bellek kartları günümüzde ancak birkaç fotoğraf makinesi üreticisi tarafından kullanılmaktadır.
Bellek Kart Okuyucular
Kart okuyucular, dijital fotoğraf makineleri ve diğer ürünlerde verilerin kaydedildiği bellek kartlarında yer alan bilgilerin bilgisayar vb. medyalara aktarılması noktasında daha hızlı ve profesyonel çözüm üreten donanımlardır. Her bir bellek kartına göre ayrı bir kart okuyucu olduğu gibi birbirinden çok farklı özelliklere sahip SD, XD ya da Compact Flash gibi türleri bir arada okuyabilen çok yönlü kart okuyucular da bulunmaktadır. Kart okuyucular, fotoğraf makinesinin usb üzerinden bilgisayara bağlanarak yapılan görüntü aktarımına alternatif olarak doğrudan bellek kartının fotoğraf makinesinden, çıkarılarak bilgisayara bağlı okuyucu üzerinden daha hızlı yapılabilmesine olanak tanır.
Görüntü Dosyası Formatları
Teknolojide yaşanan gelişmeler dijital fotoğraf makineleri ve bu makielerin görüntü işleme, kaydetme ve transfer edilmesi sürecinde de dönüşümlere yol açmıştır. Geçmişte analog olarak filmlerin üzerine düşen ışıkla pozlanan ve kimyasal işlemle ortaya çıkan fotoğrafların yerini günümüzde dijital süreçlerle kaydedilen sayısal veriler almıştır. Dijital fotoğraf makinelerinde ışık algılayıcı yüzey üzerine düşen görüntü, işlemciler yoluyla sayısal verilere çevrilerek fotoğraf dosyası olarak kaydedilmektedir. Çekim süreci sonrasında sayısal verilere dönüştürülen görüntü, kullanıcının önceden belirlediği birtakım görüntü dosyası formatlarına kaydedilmektedir. Kullanıcı fotoğraf çekiminin niteliğine göre görüntülerini istediği formatta kaydedebilmektedir. Gündelik ve sosyal ağlara yönelik olarak çekilen fotoğraflar az dosya yeri kapladığı için kullanıcı tarafından ağırlıklı olarak Jpeg formatta kaydedilirken, daha profesyonel çekimler belli işlemlere izin veren ham dosya formatı olan Raw yada TIFF olarak kaydedilmektedir. Günümüzde dijital fotoğraf makineleri tarafından kullanılan dosya formatlarını Raw, Jpeg ve TIFF olmak üzere üç ana başlık altında inceleyebiliriz. Her bir dosya kayıt formatının kendine göre avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır.
“RAW” Dosya Formatı
İngilizce ham anlamına gelen Raw kelimesiyle ifade edilen bu dosya formatı dijital fotoğraf makinelerinde düzenlenmemiş ve işlenmemiş ham görüntü verilerini içermektedir. Raw, görüntü formatı seçilen bir fotoğraf çekimi sırasında, sensörden gelen dijital veriler hiçbir işleme tabi tutulmadan doğrudan belleğe yazılmaktadır. Fotoğraf makinesi, bu format türü seçildiğinde verilerin sıkıştırılması, beyaz dengesi ve keskinleştirme gibi işlemleri yapmamaktadır. Raw, dosya formatı özellikle görüntünün sayısal ortamda fazla yer kaplamaması adına yapılan sıkıştırma işleminin olmaması, görüntünün kayıpsız olarak elde edilmesi ve üzerinde sonradan birtakım değişikliklere izin vermesi açısından profesyonel fotoğrafçılar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. TIFF dosya formatına göre bu formattaki dosyalar daha az veri boyutu kaplamakta ve buna paralel olarak daha hızlı görüntü kaydına izin vermektedir. Jpeg, görüntü formatına göre kıyaslandığında, RAW dosyalar sıkıştırılmamış olduğundan dolayı bellek üzerinden çok daha fazla yer kaplamakta ve çok daha fotoğrafın bellek üzerine kaydedilmesine izin vermektedirler. Raw, görüntü formatı seçimi genellikle profesyonel çekimlerde tercih edilir.
“JPEG” Dosya Formatı (Joint Photographic Experts Group)
“Birleşik Fotoğraf Uzmanları Grubu” olarak ifade edilen bir grubun adının baş harflerinin kısaltmasına dayanan JPEG dosya formatı, standardize edilmiş bir dijital görüntü kodlama biçimidir. JPEG, dosya formatında veriler bir takım sıkıştırma işlemleri geçirerek görüntü detaylarının bir bölümünü kaybeder. JPEG, bellek üzerinde en az yer kaplayan ve çıplak gözle kolay fark edilemeyecek görüntü kayıplarını içeren dosya formatıdır. Günümüz dijital fotoğraf makinelerinde en fazla tercih edilen dosya kaydetme türüdür. JPEG olarak kaydedilmiş fotoğraflar RAW dosya formatında olduğu gibi ek işlemlere ihtiyaç duymadan diğer dijital araçlar tarafından kolaylıkla tanınmaktadır. JPEG, dosya formatı özellikle fotoğraf makinesi tarafından çekilen görüntülerin hızlı bir şekilde bilgisayar ya da diğer medyalara transfer edilmesi ve paylaşılması gerektiği durumlarda yaygın olarak kullanılır.
“TIFF” Dosya Formatı (Tagged Image File Format)
TIFF, fotoğrafın sıkıştırılmış ve sıkıştırılmamış olarak kaydedilebildiği ve sıkıştırılmamış halde bile tüm görüntü verilerine sahip dosya formatıdır. JPEG dosya formatına göre bellek üzerinde çok daha fazla yer kaplayan bu format sıklıkla profesyonel çekimler ve baskılar için kullanılmaktadır.
Sayısal Renkler
Teknolojinin gelişimiyle beraber dijital görselleştirme araçlarının renkleri algılayışı ve yorumlayışı da değişmiştir. Doğadaki renkleri doğru olarak gösterebilmek adına dijital fotoğraf makineleri, monitörler, yazıcılar gibi ürünler renklerin ifade edilebileceği bazı standart renk sentezleri kullanır. Dijital renk tanımlama modelleri olarak ifade edilebilecek bu standartların amacı renkleri bu cihazlara uyumlu bir şekilde görselleştirilmelerini sağlamaktır. Fotoğraf çekiminden sonra makinenin LCD ekranında doğru görünen renkler, evdeki bilgisayarda yada baskısı alındığında olduğundan daha farklı tonlarda gözükebilmektedir. Doğadaki ışık ve renkleri algılayan fotoğraf makinesinin sensörü ile bilgisayarın ya da yazıcının renkleri algılayışı kendi yazılımsal kodları çerçevesinde gerçekleşir. Tüm teknolojik görselleştirme araçlarının dijital renkleri algılama ve kodlaması bazı temel sentezleri içeren renk modelleriyle belirlenmektedir. Eğer kullanıcı fotoğraf makinesinin fotoğrafı oluştururken kayıt yaptığı renk sentezi ile baskı alacağı renk sentezini ilgili cihazlara uyumlu bir şekilde tanıtamaz ise ortaya çıkacak sonuçlar beklenenden farklı olacaktır. Dijital renklerin uyumlu bir şekilde çalışmasına renk yönetimi adı verilmektedir. Dijital renk yönetimini gerçekleştirebilmek için temel renk sentezlerini bilmek gerekir.
Dijital anlamda renkleri elde etmenin iki yolu vardır: 1. Çıkarımsal, 2. Toplamsal. Kağıt üzerinde resim/baskı yaparken elinizde beyaz zaten vardır. Tüm renkleri içinde barındıran beyazın içinden boyalar aracılığıyla dalga boylarını kısıtlayıp çıkararak istediğiniz renge ulaşırsınız, buna çıkarımsal model denir. Toplamsal yöntemde ise bilgisayar monitöründe olduğu gibi fonda siyah zemin vardır, rengi ışık kaynaklarından çıkan fotonlar ile oluştururuz. Renklerin tümünü birleştirdiğimizde beyaza ulaşırız, bu senteze de toplamsal renk sentezi denir. En çok kullanılan renk sentezleri RGB ve CMY’dir. İşin içerisine baskının girmesiyle de CMY sentezine K (Siyah) eklenerek matbaacılıkta en çok kullanılan CMYK renk sentezi hâline dönüşür.
RGB Renk Modeli
Toplamsal renk sentezi olan RGB (Red, Green, Blue) kırmızı, yeşil ve mavi renklerden oluşmaktadır. Dijital görselleştirme araçları çoğunlukla bu renk sentezini baz alırlar. Matbaa ya da baskı yapılmayacak ise dijital fotoğraf makineleri, monitörler ya da bilgisayarlarda görüntülenen bu sentez yeterli olacaktır.
Bu modelde renkleri ifade etmek için toplamsal olarak üç renk kullanılır. Bunlar;
R (Red): Kırmızı
G (Green): Yeşil
B (Blue): Mavi’dir.
Bu üç ana rengin bileşiminden beyaza ulaşılır. Dijital fotoğraf ve video kameralar, monitör ve bilgisayarlar bu renk sentezine göre çalışmaktadır.
CMYK Renk Modeli
Çıkarımsal renk sentezi olarak CMYK (Cyan, Magenta, Yellow, Key) camgöbeği, mor, sarı ve siyah renklerinin beyaz zeminde kullanımı ile oluşmaktadır. CMYK modelini, yazıcı ya da baskı makineleri kullandığı için, renkler ışınlar yoluyla değil mürekkep karışımından oluşan renkleri tanımlar. Bu nedenle tüm renklerin sentezinden beyaz değil siyah meydana gelmektedir. Kullanım açısından yazıcılar siyahı tüm renkleri karıştırarak değil ayrı bir mürekkeple oluşturdukları için K (siyah) sonradan eklenmiştir. Bu nedenle CMY değil, CMYK olarak ifade edilir.
Bu sentezde renkleri ifade etmek için toplamsal olarak üç renk ve siyah kullanılır. Bunlar;
C (Cyan): Camgöbeği
M (Magenta): Mor
Y (Yellow): Sarı
K (Key): Siyah
Bu renk sentezi de renkleri üç kanalın birleşimi sonucunda oluşturmaktadır. Baskı makinelerinde bu renk sentezi kullanılmaktadır.
Otofokus
DSLR fotoğraf makineleri pozlamada olduğu gibi odak bilgileri ve netlik için de farklı yöntemler kullanmaktadır. Bu yöntemlerle doğru odaklamayı otomatik yapabilme yeteneğine sahip olan DSLR fotoğraf makineleri mercek unsurlarının hareketlerini odağı değiştirmek için kullanır ve görüntünün yapısını inceler. Bazı otofokus sistemlerinin loş ışık koşullarında netleme sisteminin zorlanması nedeniyle özel otofokus ışık kaynakları kullandığı görülmektedir.
Otomatik Odaklı fotoğraf makineleri Otofokus ne kadar iyi yaparsa yapsın, bu özelliği kullanırken dikkat edilmesi gereken önemli hususlar vardır.
• Otomatik odaklama hızı: Otomatik odak mekanizmasının çalıştığı hız oldukça önemli bir kriter olarak dikkat çekicidir. Otomatik odaklama sistemleri kamera yerine objektifte bulunur. Bunu için, bu hız, lensin tasarımı ile ilgilidir. Bazı lens modelleri, lenste bulunan ve merceği hareket ettiren motorlar ve aktüatörlerin (mekanizmayı hareket ettiren motor) hem kalitesi hem de yavaşlığı nedeniyle, eş değerlerine göre daha yavaş odaklanır. Bu duruma özellikle lens tercihlerinde dikkat edilmesi gerekmektedir.
• Otomatik odaklama teknolojisi: Aynı satıcı tarafından üretilen farklı DSLR’lerin arasında bile farklı otofokus sistemleri kullanmaktadır. Bu farklılıkların başında odağı hesaplamak için kullanılan sensörlerin tipin ve sayısı bulunmaktadır. Odak sistemleri, dört ila dokuz farklı sensör alanına (veya daha fazlasına) sahip olabilir.
• Otomatik odaklama değerlendirmesi: Kameranız otomatik netlemeye nasıl ve ne zaman uyum sağlar? Pozlama ölçüm sistemlerinde olduğu gibi, kameranız diğer faktörlere ve ayarlara bağlı olarak çeşitli sensörlerden odaklama verilerini farklı şekilde kullanabilir.
Otomatik Netleme Parametreleri
Pil gücü tasarrufu için DSLR fotoğraf makineleri deklanşöre kısmen basana kadar merceği odaklamaya başlamaz. Ancak, otofokus, bu düğmeye bastıktan sonra sizden geri bildirim bekler ve fotoğraflarınızdaki nesneleri odakta ve dışında çeken akılsız bir sistem değildir. Bu durum ile ilgili bazı ayarlamalar şöyledir.
• Sürekli otomatik odaklama: Bu modda, deklanşöre kısmen basıldığında, kamera odağı ayarlar ve net alanı belirler, ancak kamera hareketi veya nesnelerin hareketlerine duyarlı olduğu için konuyu izlemeye de devam eder. Böylece harekete bağlı olarak, objektif uygun şekilde yeniden odaklanacaktır. Bu ayar, hızlı hareket eden konular ve özellikle spor için en iyi seçim olabilir. Bu sistemin en temel dezavantajı konunun odak mekanizmasının hızına tabi olmasıdır. eğer konu odaklama mekanizmasının takip edebileceğinden daha hızlı hareket ederse konu odak dışı kalabilir.
• Tek otomatik odaklama: Bu modda, deklanşöre basmaya başladığınızda netleme bir kez ayarlanır ve deklaşörden parmağınızı çekip tekrar netleme isteğini makineye gönderene kadar bu ayar sabit kalır. Bu nedenle hareketsiz fotoğrafçılık için, bu ayar genellikle en iyi seçim olarak görülür.
• Tek otomatik odaklama: Bu modda, deklanşöre basmaya başladığınızda netleme bir kez ayarlanır ve deklaşörden parmağınızı çekip tekrar netleme isteğini makineye gönderene kadar bu ayar sabit kalır. Bu nedenle hareketsiz fotoğrafçılık için, bu ayar genellikle en iyi seçim olarak görülür.
• Dinamik odak alanı: DSLR’niz çerçevenizi kontrol eden birden fazla odak sensörüne sahiptir. bu nedenle odak hesaplamasında aralarında farklılıklar olabilir. Dinamik alanlı otomatik netlemede kameranın odak sensörüleri herhangi bir konuyu algılarsa otomatik olarak bir sensörden farklı bir sensöre geçebilir.
. Otomatik odaklama sistemleri genellikle otomatik pozlama sistemi tarafından uygulanan genel bölgeleri kullanır ve bunları göstermek için tek ekran göstergeleri kullanır. Kullanımdaki netleme alanı genellikle resimde görüldüğü gibi parlak kırmızı bir ışık ile gösterilecektir. Bu modda, otomatik odaklama sistemi, çerçeveye nerede konumlandırılmış olursa olsun, kameraya en yakın konuyu arar ve buna odaklanır.
Odak kilidi: DSLR fotoğraf makineleri, fotoğraf çekinceye kadar odağı o andaki noktaya sabitlemenizi sağlayan bir odak kilitleme düğmesine sahiptir.
Makro kilitleme: Bazı kameralar ve lensler objektifi makro konumuna kilitlemek için bir özelliğe sahiptir, böylece odak sadece daha dar yakın çekim aralığında elde edilebilir. Ya da, otomatik odak mekanizmasının belirli bir mesafeden daha yakına odaklanmaya çalışmasını engelleyen bir makro kilitleme özelliği bulabilirsiniz. Bu, farklı konuları çekerken kullanışlı olabilir, çünkü objektif yakın odak aramaya çalışmaz, bu da zaman alıcı olabilir.
Sayısal Fotoğraf Makinelerinde Pozlama Modu P-S-A-M
Pozlama modu, kameranın pozlama sırasında perde hızını ve açıklığı nasıl ayarladığını belirler. Dört mod mevcuttur: programlı otomatik(P), enstantane öncelikli otomatik (S veya TV), diyafram öncelikli otomatik (A veya AV) ve manuel (M).
P- Programlı Otomatik: Kamera çoğu durumda optimal pozu sağlamak amacıyla perde hızını ve diyafram entegre bir programa göre otomatik olarak ayarlar. Yüksek enstantane değeri ile düşük diyafram açıklığı seçeneklerini kullanır ve flaş otomatik olarak çalışmaz. Hız’ın veya hareketli konuların sürekli olduğu durumlarda bunların görüntülenmesi gerektiğinde kullanılması önerilir. Flaşa elle müdahale edilebilir. Program modu fotoğrafa yeni başlayanların doğru pozlama yapabilmek için kullanabilecekleri bir mod olarak görülebilir. Ancak en kısa sürede bu kısıtlı moddan çıkıp diğerlerine geçmek gerekir.
S veya TV- Enstantane Öncelikli Otomatik: Enstantane öncelikli otomatik modunda, siz perde hızını kendiniz seçersiniz ve kamera optimal pozu üretecek diyaframı otomatik olarak belirler. Özellikle hızlı hareket eden bir obje çekileceği zaman, hareketi dondurmak ve harekete devamlılık hissini vermek istediğimizde bu modu seçip fotoğrafımızı çekebiliriz. Hareketli ve sabit konularının birlikte bulunduğu durumlarda ön ya da arka planın netliğinin önemli olmadığı durumlarda kullanılması önerilir.
A veya AV- Diyafram Öncelikli Otomatik: Diyafram öncelikli otomatik modunda siz diyafram açıklığını kendiniz belirlersiniz ve kamera optimal pozu üretecek perde hızını otomatik olarak seçer. Ön ve arka alanın net yada herhangi birisinin flu çıkmasını ayarlamak amacı ile yani net alan derinliğinin önemli olduğu, sabit veya durağan konuların çekimlerinde kullanılır. Özellikle manzara ve mimari fotoğraflar için idealdir.
M- Manuel Pozlama: Manuel pozlama modunda, perde hızı ve diyafram kontrolünü kendiniz belirlersiniz. Değişken ışık koşullarında, fotoğraf makinesindeki ayarlara tamamen müdahale etmek için kullanılır. Bu moddo ISO değerleride fotoğrafçı tarafından yönetilmesi en doğrusudur. İleri seviye kullanıcıların artık makineyi ben yönetiyorum ve tüm ayarlarda söz sahibiyim diyebileceği moddur.
Sayısal Fotoğraf Makinesi Üzerindeki Temel Göstergelerin Özellikleri
Otomatik (Auto) modunun kullanılması: Fotoğraf makinesine hakim olamayanların mutlaka kullanması gereken bir moddur. Dijital fotoğraf makineniz otomatik olarak poz, odak ve flaşı ayarlar. Otomatik modda, makineniz otomatik flaş seçeneklerini önemsemeyebilir ve flaşı kapamayı, gözlerin kırmızı çıkma sorununu azaltmak kullanıcının tercihidir.
Portre (Portrait) modunun kullanılması: Portre modu çekecek olduğunuz portrenin veya nesnenin net, arka planın flu olmasını, belirsiz olmasını sağlar. Portre, hayvan, bitki gibi canlılara yaklaşarak rahatlıkla çekim yapabilirsiniz, çok iyi sonuçlar verecektir.
Manzara (Landscape) modunun kullanılması: Manzara modu size deniz, doğa ve geniş manzaralarda çok iyi sonuçlar verecektir. Yeri geldiğinde makinenizin verdiği düşük enstantane değeri nedeniyle makinenizi sabitlemeniz yada bir üç ayak kullanmanız gerekebilir.
Makro (Close up): Makinenizin verdiği mesafe ölçümü kadar yakınlaşarak bir makro çekim denemesi yapabilirsiniz. Bu modu seçtiğinizde makine menüsündeki değer size kaç cm.’ye kadar yaklaşacağınız uyarısını verecektir. Daha fazla yakınlaşmak ise ancak ilave ekipmanlar ile mümkün olacaktır.
Spor/Hareket (Sports/action) modunun kullanılması: Bu modda hareketli nesnelerin fotoğraflarını rahatlıkla çekebilirsiniz. Örnek olarak, hareketli araçlar, spor yapan insanlar olabilir. Makinenizin düğmesine yarım basarak hareketli nesneye poz ve çekim odağını ön görüyle yapabilirsiniz. Hazır olduğunuzda tam basarak hareketi yakalayabilirsiniz. Bu teknikle çekim yaparken nesnelerin hareketi boyunca makinenizle takibe alabilirsiniz. İyi sonuçlar alabilirsiniz.
Gece Manzarası (Night Landscape) modu: Gece çekimleri için makinenizi sabitleyerek veya üç ayak kullanarak poz süresi boyunca hareketsiz kalın. En ufak bir titreşim çekimde fluluk yaratacaktır. Bu nedenle makinenizin otomatik zaman ayarıyla veya kumandasıyla çekimi gerçekleştirebilirsiniz. Bu modda büyük olasılıkla flaş devre dışı kalacaktır.
Gece Portresi (Night Portrait) modunun kullanılması: Tamamen az ışık koşulları olan çekimler için programlanmıştır. Bu modda flaşın devreye girmesi olasıdır, portre ve arka plan aydınlatması sağlayacaktır.
Çocuk Modu: Flaşın genellikle kapalı olduğu bu modda hareketli ve teni prüssüz olan çocukların fotoğraflarını rahatlıkla çekebilirsiniz.
Kar Fotoğrafı Modu: Bu modda kar yağdığı zaman kar üzerinde yansıyan gün ışığı nedeniyle oluşacak olan mavileşme ve grileşme gibi sorunlar ortadan kalkacaktır. Kar beyazını yakalamak olasıdır.
Sonuç olarak; sayısal teknolojiler ve sayısal fotoğraf makinelerinin gelişimiyle birlikte yüzyılımızda Sayısal fotoğrafçılık gerçeği ön plana çıkmıştır. Bu gerçek analog fotoğrafın tahtını her ne kadar sarsıyormuş gibi görünse de analog, kendi gerçeğiyle, ilgi duyanlarıyla ve geleneğin verdiği dille yaşamaya devam ediyor.
1980 sonrası piyasa ekonomisinin dünya üzerindeki seyri ve teknolojin toplumların kullanımına sunulmasına yönelik gelişmeler, sayısal görüntü işleme programları üzerinde de kendini göstermiştir. 1987 yılında Thomas Knoll tarafından geliştirilmeye başlanan Photoshop programı profesyonel fotoğrafçılar için devrim niteliğinde bir gelişme olmuştur. Tasarlanan bir kompozisyon için dijital fotoğraf makinesiyle çekilen görüntüler, Photoshop ve benzeri programlarda ileri düzeyde müdahale olanaklarına kavuşmuş, görüntülerin düzenlenip işlenmesiyle fotoğraf sanatçısı yeni ufuklara yelken açmıştır. Fotoğrafın Photoshop’a aktarılmasıyla kontrast, ışık ve renk değerleri üzerinde yapılan değişikliler neticesinde dijital bir fotoğraftan öteye gitmeyen görüntü, sanat fotoğrafındaki yaratım kaygısıyla müdahale edilip işlendikten sonra, dijital bir sanat fotoğrafına dönüşmüştür.
Bu gelişmeler ışığında karanlık oda gerçeğinden, aydınlık oda gerçeğine yönlenen fotoğraf, her geçen gün fotoğraf işleme destekleyici yazılımlarının artması, fotoğraf makinelerinin kendi yazılımlarının gelişmesi ve mobil teknoloji iletişim yazılımlarıyla kendisini sonucu bilinmez bir maceranın içerisine atmıştır. Yüzyılımız fotoğraf ve hareketli görüntünün üretimi üzerine doyumsuz bir kitleyle karşı karşıyadır. Özellikle hareketli görüntünün devreye girmesi 4K ve 8K çözünürlük teknolojisi fotoğrafı da başka boyutlara taşıyacaktır. Örnek verecek olursak, 8K bir video kaydından istediğimiz görüntüyü durdurabilip fotoğraf yapabilecek, yaptığımız fotoğrafı büyük boylarda baskı alabileceğiz. Bilindiği üzere bu teknoloji gözün algılayabileceği son çözünürlük teknolojisi olarak görülür. Yine sayısal teknolojiyle birlikte giyilebilir fotoğraf makineleri, uçabilir fotoğraf makineleri (dron) ve yüze bilir fotoğraf makineleri (sualtı dronlar) piyasaya sunulmuştur.
Bununla birlikte uzay teknolojileri içerisinde gelişen ve gezegenler arsı yolculuk yapabilen cihazlar da her geçen gün gelişimlerini sürdürmektedir. Özetleyecek olursak sayısal görüntüleme teknolojileri tıptan, gastronomiye, uzaya, bilimin ve teknolojinin her kategorisinde kendisini göstermeye başlamıştır.